“Yakıcı güneş altında parıldayan masmavi sular, virajlı yokuşların arasına serpiştirilmiş palmiyeler ve paket taşlarla örülmüş daracık sokaklar... Masalsı bir tatil için masal bir kent seçin! İşte size tek cümle ile bir kentin hikayesi...”
On dokuzuncu yüzyıl başlarından kalma bir belgede, Monako Prensliğinin, " Fransız Rivierası'nın en yoksul bölgelerinden biri olduğu " yazılmıştır. Côte d'Azur sahilinde hızla yol alırken bir pencereden akıp giden akıl almaz gösterişte binalara, bir de notlarıma bakıyorum ve gördüklerimle okuduklarım arasındaki çelişkiye şaşırıp kalıyorum. Gerçekten de Monako, Tête de Chien dağından denize doğru uzanan küçük bir burun üzerine kurulmuş, adeta bir mini kent.
Sıralamada Vatikan'dan sonra dünyanın en küçük yerleşimi olarak yerini alıyor. Topraklarını başkent Monako, liman bölgesi La Condamine ve Monte Carlo semti olarak sınıflandırmak mümkün. Arazinin küçüklüğüne inat şehrin dört bir yanı çok katlı binalarla çevrili. Neredeyse tüm binaların çatılarına suni bahçeler inşa edilerek , kent salt beton görünümünden bir nebze de olsa sıyrılmış. Damları süsleyen palmiyeleri hafızanızda canlandırmanız ne kadar zor olsa da, bütün bunlar Monako'da tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriliyor.
Yüzyıllar süren politik çekişmeler, prensliğin ekonomik yönden gerilemesine yol açtığı için, Prens Karl III., 1861 yılında gidişatı düzeltmek amacıyla kumarhane işletmeciliğine soyunmuş ve yine aynı amaçla "Bains De Mer" şirketini kurmuş. Bu tarihten sonra da Monako, elverişli iklimi, sağladığı vergi kolaylıkları ve her yıl düzenlenen Formula 1 yarışları ile yüz binlerce turistin akınına uğramış ve giderek daha da fazla kalkınmıştır.
Tur otobüslerinin şehre girişi yasak olduğundan , en iyisi geziyi yaya sürdürmek. Özellikle günbatımında bu şehrin size nefes kesen enstantaneler sunacağını şimdiden vaat edebilirim. Muhteşem kareler için bir başka vazgeçilmez adreste dünyanın dört bir tarafından getirilen rengarenk çiçeklerle bezeli BOTANİK BAHÇESİ.
Adeta cennetten bir köşe olan bu büyük bahçeye adımınızı attığınız ilk anda bin bir çiçekten kopup gelen enfes kokularla karşılanıyorsunuz. Dik bir yamaçtaki setler üzerine kurulmuş bu bahçede dev kaktüslerden, nadiren rastlanılan orkide çeşitlerine kadar pek çok bitkiyi bir arada bulmak mümkün. Prens Louis II. tarafından kurulan ve 11.500 metre karelik bir alana yayılan bu park hem Fransız, hem de İtalyan Rivierası’na hakim konumuyla göz dolduruyor. Hangi çiçeğe bakacağınızı, hangisini koklayacağınızı şaşırıyorsunuz. Tam da bu arada bahçenin sonundaki kafe mükemmel deniz manzarası ve leziz kahveleriyle imdadınıza yetişiyor.
Egzotik çiçeklerin ruhumuzu ferahlatan havasıyla parktan ayrılıp, şehrin keşfedilmeye değer bir başka köşesine DENİZ BİLİMLERİ MÜZESİ' ne doğru yola koyuluyoruz bu kez de. Müzede bizi devasa ölçülerde bir balina iskeleti karşılıyor. 1848-1922 yılları arasında yaşayan I. Prens Albert'in şehre armağanı olan bu müze toplam üç bölümden oluşuyor. Alt katta değişik balık türlerinin bulunduğu akvaryumlar bulunuyor. Duvarlardaki irili ufaklı akvaryumlardan size eşlik eden balıklarla beraber kendinizi adeta fantastik bir romanın kahramanı yerine koyuveriyorsunuz. Balina iskeletinin bulunduğu orta katta ise denizcilikle ilgili pek çok dokümanı ve edevatı bir arada bulabilirsiniz.
En üst katta da çeşitli renk ve büyüklükte deniz kabukları sergileniyor. Müzeden görülen manzara seyre değer. Son olarak Deniz Bilimleri Müzesi'nden ayrılmadan eski yapım deniz altı maketinde fotoğraf çektirmeyi ve müzenin hediyelik eşya bölümünde satılan sedef rengi deniz kabuklarından satın almayı sakın ihmal etmeyin olur mu!
Monako’dan bahsedip de, o ünlü Monte Carlo kumarhanelerine değinmeden olmaz. Madem ki buraya eğlenmeye geldiniz, en azından bir kere şansınızı deneyin. Ama atmosferin büyüsüne kapılıp, bütün yol paranızı tüketmemeniz için küçük birkaç önerim var.
Öncelikle kumarhanelerin bulunduğu Monte Karlo semtinin şehir dışında yer aldığını belirtelim. Bu yüzden siz siz olun sakın bütün paranızı yanınıza almayın, yoksa dönüşte o virajlı yollarda yaya kalabilirsiniz. İkincisi dünya sosyetesinin göz bebeği olan bu kumarhanelere girişte pasaport sorgusu ya da herhangi bir tatsızlık yaşamak istemiyorsanız kıyafet seçiminde dikkatli olun. Hanımlar için abiye bir gece elbisesi, beyler için ise koyu renk bir takım elbise hayli fark yaratacaktır. Yine de tedbiri elden bırakmayın ve pasaportunuzu yanınıza alın, ayrıca girişte 18 yaş sınırı olduğunu da hatırlatalım.
Son olarak bir de tüyo... Kollu makinelerde şansınızı denemeye kalkarsanız hep aynı makinede kalın, böylece en azından attıklarınızın bir kısmını kurtarabilirsiniz :)
Gelelim şehrin ününe kumarhaneler kadar damgasını vurmuş bir aşk hikayesine... Bir prensliğin olmazsa olmaz yapıları, SARAYLAR’dır. Monako Sarayı da yıllardır magazin dünyasının ve sansasyonların odak noktası olmuştur. Şüphesiz bunun en büyük nedeni Monako Prensi Rainier'in, dönemin ünlü ve güzel aktrislerinden Grace Kelly ile yaptığı evliliktir. 19 Nisan 1956 tarihinde yapılan düğün hakkında o dönem hayli yazılıp çizilmiş, sonradan bu müthiş tören "yüzyılın düğünü" olarak kentin tarih sayfasına da kaydedilmiştir. İkilinin çocukları Caroline, Albert ve Stephanie'nin aileye katılmasıyla objektifler yeniden saraya yönelmiştir.
Monako Sarayı hala sırları, ihtişamlı hayatları ve skandallarıyla anılmayı sürdürüyor. Bir şehir efsanesine göre Prens Rainier, 1982 yılında bir trafik kazasında yitirdiği eşi Grace Kelly'nin mezarını hala hergün ziyaret eder ve oraya tek bir beyaz gül bırakırmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder